Site rengi

Tasarım

Sağlıkta Dönüşüm mü? Ne yana? Sağlıkta Gericilik!

04.06.2017
613
A+
A-

 

Sovyetler Birliği’nin ve diğer sosyalist ülkelerin 1990’larda çöküşüyle birlikte toplumun her alanında gericilik aldı yürüdü. Sosyal haklarda, eğitimde, hukukta, kültürde, sağlıkta vb… Sağlıkta bu durum çok daha belirgin. Toplumda emekçi sınıfların kazanımları günbegün tırpanlanıyor. Çünkü, eskiden Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerden oluşan bir “Sosyalist Kamp” vardı ve bu ülkelerde sağlıklı yaşam, insanlar için bir toplumsal haktı. Dolayısıyla sosyalist devlet tüm insanların sağlığından sorumluydu ve sağlık hizmetleri ücretsizdi. Bu yapı, kapitalist ülkelerdeki emekçiler için bir çekim noktasıydı. Bu yüzden kapitalist devletler kendi emekçilerinin yüzyıllardan beri mücadeleyle elde ettikleri hakları kolay budayamıyordu. Sosyalist Kamp’ın çöküşüyle birlikte emekçi haklarına saldırılar arttı. Emekçileri hem örgütsüz kıldılar, sendikal örgütlenmelerini zayıflattılar, hem de sosyal kazanımlarını yok ettiler. Ve bu süreç devam ediyor…

Türkiye, kaçınılmaz olarak bu durumdan daha çok etkilendi. Özellikle de AKP döneminde…

AKP İktidarı, sağlık hizmetlerini, popülist politikalar sonucu belki kolay ulaşılabilir kıldı. Bu doğru. Nitekim, AKP’nin yoksul halk gözünde kolay yıpranmamasının önemli nedenlerinden birisi bu. Bu konuda Güngör Uras’ın 5 Ekim 2014’te “Tokat’ta Bir Köyde Olup Bitenler: Anadolu’da neler olup bitiyor? Durum nedir diye merak edecek olanlara, gerçek bir köy hikayesi” başlığıyla yazdığı bir köşe yazısı ilginç. Durumu kısmen ortaya koyuyor. Anadolu halkı hakkında yaklaşık 2.5 yıl öncesine dönük çok değerli bilgiler verdiğinden yazıyı aynen aktarıyoruz:

Tokat’ın Zile’sinin bir köyündeyiz. Köyün ismini vermiyorum. Çünkü kimsenin bu yazıdan rahatsızlık duymasını istemem.

İstanbul’da inşaat kalfalığı yaptıktan sonra köye yerleşen, inek yetiştiren Selahattin Usta anlatıyor:

“Bizim köy halkı Kafkas göçmenidir. Halk şimdilerde silme Tayyip’çi oldu. Geçen seçim CHP’ye 45 oy çıkmıştı. Bu seçim 15 oy çıktı. Komşuda Alevi kardeşlerimizin yaşadığı bir köy var. Oradan bile CHP’ye oy çıkmaz oldu.

“Köye gazete falan gelmiyor. Her evde TV var. Hem de son model, plazma TV. Akşamları erkekler tartışma programlarını izliyor. Artık Kemal SunalFatma GirikTürkan Şoray filmi modası geçti. Dizi olarak sadece Şafak Tepe’yi izleyenler var.

“Tayyip Bey’in hiçbir konuşmasını kaçırmıyorlar. Tartışma programlarını veya Tayyip Bey’in konuşmasını kaçıranlar ertesi gün kahvede tartışma programlarında ne oldu, Tayyip Bey ne söyledi diye birbirine soruyorlar.

“Köylü Tayyip Bey’e hayran

“Köylümüz Tayyip Bey ne söylerse inanıyor. Ayakkabı kutularında para çıkmış… Tayip Bey oğlu ile telefonda konuşmuş… Hepsi palavra… Bunlar Tayip Bey’i kötülemek için tezgahlar…
Kadınlardan Hoca’cılar vardı. Onlar şimdi, “Hoca Efendi ayıp etti. Tayyip Bey’e haksızlık yapıyor” diyerek çocuklarını Hoca’nın okullarından çektiler.

“Bunlar Selahattin Usta’nın anlattıkları.

“Biraz da köy hakkında bilgi vereyim. Ana sorun kuraklık. Köye günde 2 saat su verilebiliyor. Ayçiçeği, buğday, arpa kurudu. Hayvanlara ot bulmak zorlaştı. Çok kişi hayvanlarını kesime gönderdi. 600-700 büyükbaş varken sayı 200’e indi.

“55 hanede yaşayanların çoğu, emekli olunca köye dönenler. Gençler köyden kaçıyor. Mustafa Emmi’nin 200 dönüm bahçesi var. Ankara’ya gönderdiği oğlu 850 TL aylıkla güvenlikçi oldu.
Alamancılar tatile gelince köy nüfusu ikiye katlanıyor. Alamancılar genelde köyden kız alıyor. Gelinlik yaşa gelen kızlar, daha önceleri başka şehirlere göçenlerin çocukları ile  evleniyor, köyü terk ediyor. Bu nedenle köyde genç kız da yok, erkek de yok.

“Üretim niyeti de, gücü de yok

“Hemen her evin bir traktörü ve bir motorlu aracı var. Traktörler evlerin önünde boş yatıyor. Köy halkı et ve diğer market ihtiyacı için marketi olan komşu köye gidiyor.

“Köylü sağlık hizmetlerinden pek memnun. “155’e bir telefon, ambulans geliyor. Hastayı alıp hastaneye taşıyor. İyileşince de köye getiriyor.”

“Köylüler, “Eskiden yatak bulmak için hastamızı hastane hastane dolaştırırdık. Tedavi parasını ödeyemediğimizden hastane penceresinden kaçırır, köye getirirdik” diyerek sağlık hizmetlerine methiye düzüyor.

“Toparlamak gerekir ise, köydeki hayvan ve tarım üretimi, köyde yaşayanların geçimini bile karşılayamayacak çizgide. Köyde yaşayanların çoğu veya tamamına yakını, şehirlerdeki hizmetleri sonucu her ay aldıkları emekli maaş ve ücretleri ile, şehirlerde yaşayan yakınlarının desteği ile hayatlarını sürdürüyor. Köy gurbete çıkarak para kazanan, köylerini özleyen  emeklilerin ‘eve dönüş’ mekanı haline gelmiş durumda. Hayvancılık ve tarım ile uğraşacak gençler köyde kalmıyor. Kalmamış. Köyde yaşayanlar ise hayvancılık ve tarımı, üretim alanı, gelir kaynağı olmaktan öte, yaşlılıkta uğraşı alanı olarak değerlendiriyorlar.

Anadolu’da neler oluyor diyerek merak eden var ise, TV’lerde her akşam yayınlanan politik tartışma programları ne işe yarıyor diyerek merak edenler var ise, işte onlar için ‘gerçek bir Anadolu köy tablosu.’” (Milliyet, 5 Ekim 2014).

Görüldüğü gibi köylü ekonomik gücünü yitirmiş, üretim yapamıyor, ekip biçemiyor, hayvanlarını elden çıkarmış, gençleri kaçmış, kullanmaya suyu bile yok. Bu yoksulluk ve çöküş içinde belki de tek memnun oldukları alan sağlık hizmeti. Ve köy silme Tayyipçi! Tabiî , işin içinde Allah ile kandırmaca, örgütlenme, devlet olanakları, baskılar vb. de var. Ama köylünün görünürde dile getirdiği sağlık hizmetinde ulaşılabilirlik.

Evet, sağlık hizmetinde böyle bir “başarı”(!) var… Ancak bu bir makyaj, kandırmaca. Çünkü sağlık hizmetinin niteliği zayıflatıldı. Kalite düştü. İyi sağlık hizmeti özel sektöre kaçtı. Özelleşme teşvik edildi. Yanı sıra ağır bir taşeronlaştırma süreci başlatıldı. Bu süreç günümüzde  “Şehir Hastaneleri” kandırmacasıyla devam ediyor. Şehir hasatanelerinde yapılan da sadece iyi otelcilik hizmeti. Gerçek sağlık hizmeti yok. Öte yandan, sağlık hizmetinde aşırı alınan bir ücret yok, fiyatlar değişmiyor gibi düşünülse de, aslında gizli pahalılık var ve hizmete erişemezlik söz konusu. Çünkü, sağlık hizmetinde kalitenin düşmesi, dolaylı olarak insanların varını yoğunu satarak özel sektör hastanelerine  yönlenmesine yol açıyor. Ve sonuçta bu durum sağlık hizmetinin kaybı demek. Halkımız ne yazık ki farkında değil. Çünkü gidiş olumsuz sonuçlanırsa “Takdir-i İlahi” denerek kapatılıyor. Sağlıkta Gericilik’ten kastımız bu bütün… Sağlıkta gerciliğin bir ayağı böyle…

Sağlıkta gericiliğin bir ayağını da bilimden uzaklaşmak oluşturuyor. AKP, örümcekleşmiş Ortaçağ kafa yapısını sağlık hizmetine doğrudan da yansıtıyor.

Bundan gene yaklaşık 2.5 yıl önce çıkarılan bir yönetmeliğe dikkat çekmek istiyoruz: Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği (Resmi Gazete, 27 Ekim 2014, Sayı: 29158).

Bu yönetmelikte , “geleneksel ve tamamlayıcı tıp” denerek şarlatanlığa varan pek çok “tıbbî”(!) uygulamaya yer veriliyor. Şöyle sıralanmış bunlar: Akupunktur, Apiterapi, Fitoterapi, Hipnoz, Sülük uygulaması, Homeopati, Kayropraktik, Kupa uygulaması, Larva uygulaması, Mezoterapi, Proloterapi, Osteopati, Ozon uygulaması, Refleksoloji ve Müzikterapi .

Bunlardan belki sadece Akupunktur, Fitoterapi ve Osteopati’nin bir değeri olabilir. Akupunktur, 3000 yılı aşkın bir süreden beri Çin’de uygulanan ve ülkemiz de dahil tüm dünyada gittikçe yaygınlaşan bir yöntemdir.  Özellikle ağrı tedavisinde değeri var görünüyor. Fitoterapi de (bitkisel ürünlerle yapılan tedavi girişimi), benzer şekilde binyıllarca öncesine, Barbar toplum biçimine kadar, Şamanlara kadar gider. Günümüzde de pek çok halkın kültürel birikiminin bir parçası olarak sosyal yaşamda yerini korumaktadır. Belki bugün yaygın kullanılan pek çok ilaç etken maddesi de bitkilerden elde edilmiş ve sonra üretilmiştir. Örneğin afyondan elde edilen morfin ve kodein, yüksükotundan elde edilen kalp ilacı digoksin, çiğdemden elde edilen kolşisin, deniz üzümü türlerinden elde edilen efedrin, söğüt türlerinden elde edilen salisilik asit gibi… Ve daha niceleri… Bunların hepsi de günümüzde kullanılan değerli ilaçlar.  Ne var ki, bitkisel ürünler başka pek çok, çoğu da bilinmeyen, madde içerir. Bu bilinmeyen maddeler kişiye zarar da verebilir. Tek değeri binyıllardan beri gelen, kuşaktan kuşağa aktarılan birikimdir. Osteopati de eskiden kalma, elle yapılan germe, masaj vb. tekniklerle kas iskelet sisteminin güçlendirilmesini amaçlayan bir tedavi girişimidir. Bir standardı yoktur. Uygulama kişiden kişiye, sonuç hastadan hastaya değişebilir.

Gerçek bilimde bir iddianın kanıtlanması gerekir. Kanıt objektiflik, tutarlılık, tekrarlanabilirlik gerektirir. Bu ise tarafsız, çok merkezli, kontrollü, rastgele seçimli bilimsel çalışmalarla (randomize kontrollü çalışmalar da denir) olur. Maalesef, gerek akupunktur, gerek fitoterapi, gerekse osteopati hakkında yeterince güvenilir, güçlü, bilimsel kanıt yoktur.  

Yönetmelikte yer alan diğer yöntemlerin hemen hepsi safsatadır, şarlatanlığa varır. Bunlar şu uygulamaları kapsamaktadır: Apiterapi (arı zehiri ve diğer arı ürünlerinin tedavi amacıyla kullanılması), Hipnoz (telkin yoluyla tedavi girişimi), Sülük uygulaması (sülüklerin kan emişiyle yapılan tedavi girişimi),  Homeopati (19. Yüzyıldan kalma “benzer benzeriyle tedavi” edilir ilkesinden hareketle hastalık yapıcı bazı etkenlerin çok düşük dozda hastaya verilmesi ve böylece tedavi arayışı),  Kayropraktik (elle, bizdeki kırık çıkıkçıların teknikleriyle tedavi girişimi), Kupa çekme (Anadolu’da da yaygın kullanılan kupalarla vakum uygulayarak tedavi arayışı; bir de yaş kupa uygulaması var ki, bildiğimiz Hacamat işlemi!), Larva uygulaması (Lucilia sericata türü sineğin larvalarının yara iyileşmesinde kullanımı), Mezoterapi (bazı bitkisel ilaçların veya maddelerin cilt içine verilmesiyle tedavi girişimi), Proloterapi (yeni hücre ve doku gelişimini uyaran veya dokuyu tahriş eden maddelerin hasta bölgeye zerki), Ozon uygulaması (vücutta bir bölgeye veya tüm vücuda ozon oksijen karışımı verilmesiyle tedavi girişimi), Refleksoloji (el, ayak tabanı, kulaklar gibi belli bölgelerdeki belli noktalara basınç uygulayarak tedavi girişimi), Müzikterapi (adı üzerinde, müziğin tedavi amacıyla kullanılması).

Bu sayılanlar hakkında güncel tıp literatüründe hemen hiç  güvenilir bilimsel kanıt yoktur.  Yararlı olduklarını gösteren zayıf araştırma çalışmaları varsa da, bu çalışmaların önemli eksiklikleri vardır. Yararlı etkileri de, büyük olasılıkla “Plasebo Etkisi”ne dayanır. “Plasebo”, Latince hoş kılmak anlamına gelir. Araştırmaya katılan hasta kendisine verilen ilaç  görünümlü ama etken bir madde içermeyen ilaç formunun sübjektif olarak kendisine iyi geldiğini tanımlayabilir, böyle hissedebilir. Bir bakıma, sıkıntı içindeki kişinin kendi kendini telkin etmesine bağlıdır. İşte bütün bu uygulamaların yararlı etkisi yazı tura atmak gibidir. Yararlı etki tanımlamaları plasebo etkisine bağlıdır. Dolayısıyla safsata niteliğindedirler.

Şöyle denebilir: Bunlar zaten öteden beri var, varsın devam etsin, hem Devlet Baba da denetler, daha iyi değil mi?

İlk bakışta bu görüş doğru da gelebilir. Öyle ya, ne zararı var?  Veya şöyle tersinden soralım: Normal bilimsel tıbbî uygulamalar varken bu çaba nedendir?

Bu uygulama için şöyle diyebiliriz:

Bu safsatalar, bu yönetmelikle yasallaştırılmaktadır. Böylece daha geniş uygulama alanı bulacaktır. Bu halkımızın sağlığı bakımından zararlıdır. Nitekim, tıp literatüründe bazı uygulamaların ciddi, yaşamı tehdit eden yan etkilerinin olduğu görülmektedir. Örneğin, bazı bitkisel ilaçlar ciddi karaciğer hasarına yol açmaktadır. Sülük uygulaması enfeksiyonlara yol açabilmektedir. Hacamat, Anadolu’da kan yoluyla bulaşan hastalıkların yaygınlaşmasında  önemli bir etkendir.  Ayrıca, bu uygulamaların bir standardı yoktur. Her uygulayıcı aynı beceride değildir. Doğrudan tedavi yolu varken hastaların bu safsatalara yönlendirilmesi hastaya zarar verir.

Din Bezirgânları bu gerici arayışları ister. Neden?

Hem halkı bilimden, bilimsel arayışlardan uzaklaştırır. Böylece sağlık hizmetindeki eksiklikleri gizler ve sanki sağlık hizmetini daha da zenginleştiriyormuş görünümü yaratır, halkımızın sağlık hizmeti bakımından beklentilerini değiştirir ve azaltır . Toplum, bilimden uzaklaştığı ölçüde Din Bezirgânlarına yanaşır. Hem de bu yeni legalize edilen alanlarda yandaşlarına yeni gelir kapıları, yeni soygun kapıları açmış olur.  Böylece tabanını da hoşnut kılar. Potansiyel olarak bu girişimleri dinci örgütlenmeyle de birleştirebilir.

Emperyalizm de bu gerici tıbbı teşvik etmektedir. Örneğin Avrupa ve ABD’yi alalım.

Avrupa’da fitoterapi 17. Yüzyıla kadar en parlak dönemini yaşadı. Ama sanayi devrimiyle birlikte bilime yenildi ve gittikçe geriledi. Ancak günümüzde hâlâ bitkisel kaynaklı ürünlerin satışı 5 milyar doları buluyor.

ABD’de 1820’de kayıtlı ilaçların üçte ikisi bitkisel kaynaklıydı, 1920’den sonra ilaç sanayisinin gelişimiyle standart ilaçlar bitkisel ilaçların yerini aldı. Çünkü sentetik ilaçlarla daha güçlü etki elde edilebiliyordu. Hem de daha kârlıydı. Bu gidiş 1960’lara kadar azalarak sürdü. Bu tarihten sonra “doğal”, alışıldık olmayan tedavi yollarına arayış yeniden başladı. ABD’de 1990’da yapılan bir araştırmada deneklerin % 2.5 kadarı bitkisel kaynaklı ilaç kullandığını belirtirken, bu oran 1997’de % 12.1’e, 2012’de % 17.7’ye yükseliyor. Bu artışın nedeni, 1994’te “Dietary Supplement Health and Education Act” (DSHEA) adlı yasanın çıkarılması. Çünkü DSHEA sonrasında, bitkisel kaynaklı ve benzeri ilaçlar (bunlara ilaç demek doğru olmasa da) için, ilaç üretiminde gereklı olan kalite, etkinlik ve güvenlik çalışmalarına gerek yoktur. Rahatça satılabilirler. ABD’de bu tür ilaçların 2012’deki satışları toplamının ise 5.5 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Tahmin ediliyor, çünkü ABD’de dahi denetlenemiyor. Çünkü her yerde, eczanelerde, süpermarketlerde, muayenehanelerde, internette satılıyor (Kaynak: https://www.uptodate.com/contents/overview-of-herbal-medicine-and-dietary-supplements?source=search_result&search=Overview%20of%20herbal%20medicine%20and%20dietary%20supplements&selectedTitle=1~150).  Bu durum, bizde de yandaş zenginleşmesi anlamına gelecektir. Bu kesin!

Türkiye’ye gelince… Türkiye zaten hastadır. Halkımız hasta olmasa bunca zamandır Malum Kişi’nin peşinden gider mi?

Ne yazıktır, sağlık alanındaki uygulamalar halkımızı daha da hasta kılacaktır. Halkımız bilimden, bilimsel düşünceden daha da uzaklaşacak, safsataya daha çok kapılacak, şarlatanların elinde oyuncak olacak, din bezirgânlarına daha çok inanacak, sağlığı daha da bozulacaktır.

Hep dediğimiz gibi, Malum Kişi görevlidir. Görevilerinden birisi de değerlerimizi zayıflatmaktır. Halk sağlığı da bu değerlerin başında gelir. Yaptıkları hem kafaca, hem fiziksel olarak halkımızın sağlığını bozmaktır. Sağlıkta gericilik budur.

Oysa, her hasta,  insan olarak safsatadan uzak, bilimsel bilgiye dayalı, mümkün olan en iyi tedaviyi hak eder.  Biz devrimciler sağlık hizmetine böyle bakarız.