Site rengi

Tasarım

Türkiye’nin gerçekleri…

03.04.2017
743
A+
A-

Türkiye’nin gerçekleri…

Önümüzde, değişik tarihlerde yayımlanmış haberler var. Bakarsanız her biri farklı alanlarla ilgili. Ama bir bütün olarak hepsi birbiriyle ilgili ve Türkiye gerçeklerinin somut bir bölümünü gösteren haberler bunlar.

Bakarsanız, Türkiye ekonomisi dünyanın 17 ya da 18’inci büyük ekonomisi. Rakamlar böyle gösteriyor. Ancak “büyük” olmanın ölçüleri de çok farklı tabiî ki…

Kime karşı büyük, kime karşı küçük? Ya da büyüklük ölçüsü ne?

 

Dünyada marka değerleri ve Türkiyeli markalar

Bağımsız marka değerleme ve strateji danışmanlık şirketi “Brand Finance”ın yayımladığı, “2017 yılı Global 500” raporuna göre,  dünyanın “en değerli” 500 markası ve ülkelere göre dağılımını gösteren tabloya baktığımızda, 500 en değerli marka içinde; “167 adet markayla (değer olarak yüzde 40,6’sı) ABD lider durumda.  ABD’yi Japonya, Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık (İngiltere) takip ediyor. Toplam 25 ülkenin yer aldığı listeye, 3 marka ile giren Tayvan, listeye 2’şer markayla giren Belçika ve Finlandiya’nın üzerinde yer alıyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nin de 2 firmayla 24. sıradan girdiği listede, Türkiye yer almıyor.” (Aktaran: Ahmet Müfit, Odatv)

Bu araştırma neyi gösteriyor?

Dünyanın en büyük 17 ya da 18’inci ekonomisinin, 500 büyük marka içinde bir tek markasının bile olmadığını!

Bakın, geçen sene Google’ın marka değeri 88.2 milyar dolarken bu yıl geçen seneye oranla yüzde 24 artarak 109.5 milyar dolara yükselmiş. Ve sıralamada birinci sıraya oturmuş.

Ya ikinci?

2011’den beri dünyanın en değerli markaları listesinin birincisi olan Apple’ın marka değeri ise geçen seneye oranla yüzde 27 azalarak 107.1 milyar dolara düşmüş. Apple’ın geçen seneki marka değeri 145.9 milyar dolarmış. Böylece Google, Apple’ı geçerek dünyanın en değerli markası olmuş.

Dünyanın en değerli markaları listesinde ABD’li e-ticaret devi Amazon bu sene üçüncü sıradaki yerini korumuş. Amazon’un marka değeri geçen seneye kıyasla yüzde 53 artarak 106.4 milyar dolara ulaşmış. Listede dördüncü sırada ABD’li telekomünikasyon devi AT&T, beşinci sırada Microsoft ve altıncı sırada Samsung yer almış. Bir diğer Amerikalı telekomünikasyon şirketi Verizon yedinci, perakende zinciri Walmart sekizinci, Facebook dokuzuncu ve Çinli bankacılık devi ICBC onuncu olmuş. Liste böyle devam edip gidiyor. Ama dediğimiz gibi bir tek Türkiyeli şirket yok.

Peki Türkiyeli markaların durumu ne? Bir de ona bakalım.

Aynı araştırma şirketi, “Brand Finance” 2016 yılında gerçekleştirmiş bu araştırmayı ve “Turkey 100 2016 – Türkiye’nin En değerli Markalarının Yıllık raporu – Haziran 2016” diye yayımlamış.

Bu “Çalışmanın sonuçlarına göre Türk Hava Yolları 2.45 milyar dolar marka değeri ile Türkiye’nin en değerli markası olarak saptanmıştır. İkinci en değerli marka 2.35 milyar dolar değer ile Türk Telekom olmuş, 1.9 milyar dolar marka değeri ile Arçelik üçüncü sıraya yükselmiştir.

“(…) Türkiye’nin en değerli yüz markasının toplam değeri 29.3 milyar dolar olup bir önceki yıla göre toplam değer azalışı 5 milyar doları bulmaktadır. Yüz markalık listeye bu yıl muhtelif iş kollarından 12 yeni marka dahil olmuştur.

“Toplam değerin % 32’si banka, % 13’ü telekom, % 9’u havayolu ve % 4’ü gıda-perakende markaları tarafından oluşturulmaktadır.” (http://brandfinance.com/images/upload/turkey_100_report_2016_for_print.pdf)

Google 109.5 milyar dolar; Türkiye’nin en değerli markası THY’nin marka değeri; 2.45 milyar dolar!

Tek başına Google 109.5 milyar dolar; Türkiye’nin en değerli 100 markasının toplam değeri 29.5 milyar dolar!

Sözün bittiği yer burası olsa gerek…

Peki niye bu durumdayız? Bunun nedeni/nedenleri ne?

Ki bir başka haberde, 28 Mart tarihli Hürriyet Gazetesi’ndeki bir haberde, ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi, Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bilge Demirköz, bunun nedenlerinden bir kısmını şöyle anlatıyor:

“Üretimde paradigma değişikliği yaşanıyor. Artık üreten şeyin üretimi önemli. Türkiye’de otomobil yapıyoruz ama üreten makineleri üretmiyoruz. Tünellerimizle gurur duyuyoruz. Peki ama tüneli açan köstebekleri üretebiliyor musunuz?” diye haklı soruyu soruyor.

“Şöyle devam ediyor: “Köprüler yapıyoruz. Köprüleri tutan o kuvvetli çeliği döken makineyi yapabiliyor musunuz?”

“Üretim yapıyoruz ama makineleri dışarıdan alıyoruz. Oysa esas ileri teknoloji orada” diye ekliyor.” (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/gila-benmayor/sanayide-calisarak-nobel-kazanilmaz-40408919)

İşte gerçek durum bu: Üreten şeyi üretemiyoruz.

Ya ne yapıyoruz?

Dışarıdan alıyoruz. Ya kiralıyoruz ya da satın alıyoruz. Ama ne teknolojisi bizim ne de üretimi bizim. Biz köprüler yaptıkça, tüneller açtıkça yabancı Parababaları kârlarına kâr katıyor. Bizim yerli ortakları da, vurguncu AKP’giller’i de komisyonlarıyla kendilerinin ve yedi sülalelerinin dünyalıklarını doğrultuyorlar.

Biz “yerli” diye otomobil üretiyoruz, buzdolabı, üretiyoruz, televizyon üretiyoruz. Ve diğer sanayi ürünlerini. Ama teknolojisi, özellikle de temel teknolojisi ve ana parçaları (motorları vb.leri) dışarıdan geliyor. Biz bunları montaj hatlarında birleştiriyoruz. Montaj sanayi yani bizimkisi…

Bir başka alandan, bankacılık alanından da bir örnek verelim. 9 Şubat’ta yayımlanmış bu haber de:

“Bağımsız marka değerleme ve strateji danışmanlık şirketi Brand Finance araştırmasına göre, dünyanın en değerli 500 banka markasının toplam değeri bu yıl 1 trilyon 74 milyar dolara yüksel”miş.

İlk sıradaki Industrial and Commercial Bank of China (ICBC), 2017’de geçen yıla kıyasla yüzde 32 artarak 47 milyar 832 milyon dolara ulaşan marka değeri ile dünyanın en değerli bankası unvanını almış. ICBC’nin marka değeri geçen yıl 36.3 milyar dolarmış.

ICBC’yi 41 milyar 618 milyon dolarlık marka değeri ile ABD’li Wells Fargo takip etmiş. Wells Fargo, geçen yıl 44.2 milyar dolarlık marka değeri ile ilk sırada bulunuyormuş. Dünyanın en değerli 3’üncü bankası ise yine Çin’den China Construction Bank olmuş. China Construction Bank’ın marka değeri bir önceki yıla göre yüzde 17 artışla 41 milyar 377 milyon dolar olmuş.” (Bilgiler AA’dan derlenmiştir.)

Peki, bu 1 trilyon 74 milyar dolara yükselen banka markaları içinde Türkiyeli bankaların payı nedir derseniz; toplamının değeri 10 milyar 619 milyon dolar olmuş.

Aman ne büyük başarı!

Birinci sıradaki Industrial and Commercial Bank of China (ICBC) 47 milyar 832 milyon dolar, Türkiye birincisi Akbank ise, 1 milyar 579 milyon dolar…

Birinci sıradaki Industrial and Commercial Bank of China (ICBC) 47 milyar 832 milyon dolar, Türk bankalarının toplamının marka değeri 10 milyar 619 milyon dolar!

Görüyor musunuz aradaki farkı?

 

***

2 Şubat tarihli bir başka habere göre ise, “Bir Apple iki buçuk Merkez’e”diyormuş,

“Apple, kasasında 246 milyar dolar nakit mali rezervi olduğunu açıkladı. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası toplam rezervi ise 106 milyar dolar.” (http://odatv.com/bir-apple-iki-bucuk-merkez-etti-0202171200.html)

Peh! Peh! Peh! Dünyanın 17’nci büyük ekonomisi öyle mi?

Büyükler karşısında bu kadar küçüksen 17’nci olsan ne yazar, 16’ncı olsan ne yazar?..

 

Rakamlarla ve olaylarla Türkiye gerçekleri

Şimdi de Türkiye ekonomisinin bir başka alanına bakalım isterseniz:

“YİNE KÜME DÜŞTÜK

“(…)

“Biliyorsunuz, İstanbul’un global finans merkezi olması için başlatılan bir dizi çalışmanın bir parçası da Merkez Bankası’nı İstanbul’a taşımak.

“Ama öyle görünüyor ki yıllar önce büyük iddialarla girilen bu serüvende, İstanbul’un durumu hayli umutsuz.

“Finans merkezleri ile ilgili uluslararası araştırmanın Mart 2017 raporunda, İstanbul, 57. sıradan 66. sıraya gerilemiş görünüyor.

“Bu heves başladığında İstanbul 44. sıradaydı. 2014’te gerilemeye başladı, 47. sıraya düştü.

“(…)

“İstanbul’un düzenli olarak gerilemesinin nedenleri şunlar: Şeffaflık yok, öngörülebilir bir hukuk düzeni yok, ekonomiyi yöneten kurumlar bağımsız değil, objektif bir vergi düzeni yok, yolsuzluklar önlenemiyor.” (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/bes-yildan-dorde-indiren-kimdi-40408973)

İşte bu! İşte bu kadar!

 

***

Haa bakın hakkımızı yemeyelim, daha doğrusu yerli Parababalarımızın ve onların iktidardaki işbirlikçilerinin, AKP’giller’in hakkını yemeyelim(!)

Niye mi?

4 Mart tarihli Hürriyet Gazetesi’nin haberine göre “SAĞIRLIKTA DÜNYA MARKASI” olmuşuz çünkü(!)

“Dünya genelinde 200 bin kişinin işitme seviyelerinin incelendiği araştırmada İstanbul, gürültü nedeniyle işitme kaybının yaşandığı üçüncü kent oldu. İstanbullular, ortalama 18.3 yaş daha büyük birinin işitme kapasitesine sahip.”

Ve haber şöyle devam ediyor:

“İstanbul insanı sağır ediyor

“Kentlerdeki gürültü kirliliğinin, işitme duyusunu ciddi anlamda olumsuz etkilediği belirlendi.

“Araştırmayı, Mimi Hearing Technologies adlı şirket gerçekleştirdi.”

(https://www.f5haber.com/hurriyet/istanbul-insani-sagir-ediyor-haberi-6173126/)

 

***

Hatırlayacaksınız, gazetemizin geçen sayılarında da yazmıştık: İstanbul, dünyada trafiğin en yoğun olduğu 3’üncü kent. Ve aynı zamanda Avrupa’nın havası en kirli büyükşehri. Ve yine hatırlayacaksınız, Avrupa’nın en kirli 10 şehrinden 8’i Türkiye’de. Vb. vb…

 

***

Yine sağlıkta bir rekorumuz daha var. Allah için onu da unutmayalım. AKP’giller’in de hakkını(!) bir kez daha yemeyelim.

4 Mart tarihli Hürriyet Gazetesi’nin haberine göre Türkiye, her 1000 kişiye düşen MR (Manyetik Rezonans) sayısında dünya şampiyonuymuş. Hem de açık ara. Tablo aşağıda.

Tablo girecek!!!

Gördünüz mü şampiyonluğu?

Bütün dünyaya kafa tutmuşuz. AB ülkeleri bir yana, ABD’yi bile icabında geride bırakmışız(!)

Breh. Breh. Breh…

Hekimlerimiz artık ne yazık ki hastalarını fiziki muayeneye tabi tutmuyorlar. Hastalık geçmişlerini sormuyorlar. Kafalarını bile kaldırmadan, neyin var diye soruyorlar ve hemen tahlil, röntgen, MR, tomografi vb. tetkikleri istiyorlar.

Gerekli mi?

Birçoğu gereksiz. Ama doktorlar başlarından savmış oluyorlar. Sonuca bakıyorlar ve karar veriyorlar…

Doktorların bu düzende yaşadıkları, uğradıkları maddi manevi haksızlıklar, sağlık sisteminin insanı öldürmeye hizmet etmesi, vb.leri ayrı bir konu. Orada doktorlarımıza haksızlık etmek istemeyiz. Ama bu verili şartlarda, bir doktora bu kadar hasta düşünce ellerinden ancak bu kadarı gelebiliyor. Bu sağlık sistemine bu muayene, bu doktorluk diyorlar. Olan hastalara oluyor ne yazık ki.

 

Kredi kuruluşlarının“Not”ları ve Türkiye ekonomisi…

Bildiğimiz gibi, dünya ölçeğinde faaliyet gösteren kredi derecelendirme kuruluşları var, Standard & Poor's, Moodys gibi, Fitch gibi, JCR gibi… Bunların verdiği notlar, uluslararası Parababalarının yatırımlarının yönlenmesine, bir ülkeye yatırım yapıp yapmayacaklarına, para yatırıp yatırmayacaklarına yön veriyor. Tabiî ki bu kuruluşlar, emperyalistlerin kuruluşları ve kararları her zaman için objektif değil. Bir ülke ekonomisini batırmak istediklerinde ya da tam tersi yükselmesini istediklerinde verdikleri notlarla bunu başarabiliyorlar ya da etkileyebiliyorlar. Ama genel olarak objektif oluyorlar kendileri açısından. Parababalarının yatırımlarının tehlikeye girmesine, risk üstlenmesine izin vermiyorlar objektif değerlendirmelerle.

İşte bu kuruluşlardan Moodys, geçtiğimiz günlerde bir değerlendirme daha yayımladı Türkiye ekonomisi için ve not verdi. Ekonominin görünümünü Durağandan, Negatife çevirdi. Türkiye’nin kredi notunu ise “Ba1” olarak açıkladı. Bu da Türkiye’nin yatırım yapılamaz ülke olduğunu gösteriyor Moodys açısından.

Standard & Poor’s ve Fitch için BBB-, Moody’s için Baa3 ve yukarısı yatırım yapılabilir seviye olarak kabul edilmektedir. S&P ve Fitch için BB+, Moody’s için Ba1 ve aşağısı ise yatırım yapılamaz spekülatif derece sayılmakta ve çoğunlukla “çöp” olarak adlandırılmaktadır.”

(https://tr.wikipedia.org/wiki/Kredi_derecelendirme_notlarına_göre_ülkeler_listesi)

Bu tanıma göre, Türkiye ekonomisi çöp konumunda demektir.

Öyle midir gerçekten de?

Aynen öyledir. Lafı hiç dolandırmaya, eğmeye, bükmeye gerek yok. Emperyalist kuruluşlar aleyhimize raporlar hazırlıyorlar, gücümüzü kıskanıyorlar vb. demek gerçeği değiştirmez. İşte yukarıdan beri anlattıklarımız bunun somut kanıtları değil mi?

 

İşsizlik ve Pahalılık cehennemindeki Türkiye’den rakamlarla gerçekler

Türkiye'de işsizlik oranı, 2016’da bir önceki yıla göre 0,6 puan artarak yüzde 10,9 oldu. İşsiz sayısı bir önceki yıla göre 273 bin kişi artarak 3 milyon 330 bin kişi olarak gerçekleşti. Bu rakamlar sonucu son 7 yılın en büyük işsizlik rakamları gerçekleşmiş oldu.

Haa tabiî bu rakamlar, resmi rakamlar! Asla ve asla gerçeği yansıtmayan rakamlar. Bu rakamlar içinde iş bulamadığı için iş aramaktan vazgeçmiş olanlar, gizli işsizler vb.leri yer almıyor. Türkiye’de gerçek işsizlik rakamları yüzde 45’den aşağı değildir. Hiçbir ciddi ekonomist de bunun aksini söylemez, söyleyemez. Ama istatistiktir bu. İşinize geldiği gibi, istediğiniz gibi sündürebilir, eğip bükebilirsiniz. Ama ne yaparsanız yapın gerçeği gizleyemezsiniz.

Yine devletin resmi rakamlarına göre, “Ülkemizde 15-64 yaş grubunda bulunan (çalışma çağındaki) nüfusun oranı 2015 yılında, bir önceki yılda olduğu gibi % 67,8 (53 milyon 359 bin 594 kişi) olarak gerçekleşti.” (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=21507)

Şimdi de yine TUİK’ten istihdam oranlarını görelim:

“İstihdam edilenlerin sayısı 2016 yılı Mart döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 milyon 40 bin kişi artarak 26 milyon 993 bin kişi, istihdam oranı ise 1,1 puanlık artış ile % 46,1 oldu.”(http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=21571)

Yani çalışma çağındaki insanlarımızın yalnızca yüzde 46.1’i çalışabilmektedir. Yüzde 53.97’u ise istihdam dışıdır. Yani işsizdir. Bunun bir kısmını öğrenci saysak işsiz oranımız yine de yüzde 45’lerin altına düşmez. Gerçek işsizlik rakamı da işte budur.

 

***

Yine TL’nin yabancı paralar, özellikle Dolar ve Euro karşısındaki trajik değer kaybını hiç unutmayalım. Paramız gerçek anlamda pul oldu. Türk parası, dünyada en çok değer kaybeden birinci para durumunda.

Enflasyon yani hayat pahalılığı da aldı başını gidiyor. Yine resmi rakamlara göre, son on iki aylık enflasyon oranı 7.88 oldu. Gerçek rakam elbette bunun çok çok üstünde. Biz bunu yaşayarak biliyoruz…

TUİK’in bütün oynamalarına rağmen 7.88 deniliyor. Bilindiği gibi TUİK en son kararında gıda maddelerini de enflasyon hesabının dışında tutmayı belirledi. Oysa halkımız için gerçek enflasyon gıda, giyim, ulaşım, kira gibi zorunlu harcama maddelerindeki enflasyondur.

Tekrar Moodys’in raporuna dönersek. Ne diyor Moody’s raporunda:

“Hükümetin ekonomideki yavaşlamaya verdiği tepkinin kısa vadeli canlanmayı içerdiğini belirten Moody’s raporunda “Alınan bu önlemler hem makroekonomik dengesizlikleri artırabilir, hem de ekonomik büyümeyi sınırlayan temel yapısal sorunlara karşılık vermede başarısız olabilir” deniyor.

“Türkiye’nin kredi notuna temel desteği oluşturan güçlü kamu maliyesinin yavaşlayan ekonomik büyümeden olumsuz etkilendiğini belirten Moody’s, hükümetin ekonomideki yavaşlamayı gidermek için attığı adımlarla kamu harcamalarının yükseldiğini; bunun yapısal sorunlara çözüm oluşturmadığını açıkladı.”

Bu raporu ve ekonomik gelişmeleri değerlendiren Hürriyet Gazetesi ekonomi yazarı Erdal Sağlam şunları ekliyor:

“Geçen birkaç ay içinde alınan tedbirleri düşündüğümüzde kısa vadede kamu gelirlerini düşüren vergi indirimlerinin yanında, orta vadede mali yapıyı bozabilecek Hazine sübvansiyonlarını, İşsizlik Fonu’ndan amaç dışı harcamaları, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tahsilâtını azaltıp harcamalarını artıracak dolayısıyla Hazine’den alacağı parayı artıracak tedbirleri görüyoruz.

“Bu arada nisan sonuna kadarki vergi indirimlerinin kalkmasıyla zaten yüzde 10’u geçen enflasyonun, geri çekilmesini beklediğimiz dönemde, mayıstan itibaren de hızlanabileceğini görmek gerekiyor.” (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/erdal-saglam/kisa-vadeli-canlandirma-onlemlerinin-faturasi-40401593)

Ki, JCR Eurasia Başkanı Orhan Ökmen de yaptığı açıklamada şunları söylüyor:

“* Öngörülebilirlik arttırılmadan, hükümetin ekonomik yavaşlamaya karşı aldığı önlem paketlerinin, uzun vadeli yapısal sonuçlar üretmesi mümkün değildir. Ayrıca bu önlemler genel ekonomik dengeleri bozma riski de taşımaktadır.

“* Hukuksal alanlarda OHAL süreci boyunca görülen uygulamaların, ülke yönetim gücünde ve yatırımcı güveninde sebep olduğu erozyon, içeride ve uluslararası arena nezdinde Türkiye’nin yatırım atmosferini oldukça hırpalamıştır.

“* Küresel faiz oranlarının yukarı yönlü gidişatının geçici bir trend olmaması nedeniyle Merkez Bankası’nın sıkılaştırıcı para politikalarında geçici uygulamalara yönelmemesi gerekir.

“* Faiz ve kurda görülen yüksek dalgalanmanın esas nedeni, bağımsız bir para politikasının oluşturulmasına olanak sağlayan bir ortamın yok edilmesidir.

“* Kurumsal yönetimi ve araç bağımsızlığı OHAL koşullarına göre uyarlanıp şekillendirilen bu sıra dışı para politikası, Türkiye ekonomisinde faiz ve kurun birlikte enflasyonu beslediği garip bir duruma sebep olmaktadır. Zira, doğrudan faiz artırma özgürlüğü kalmamış bir merkez bankası fiyat istikrarına odaklanamaz.

“* Hem arz hem talep yönünden ekonomi dengelerindeki bozulmalar kritik eşik seviyelerine yaklaşmış durumdadır.

“* Enerji ve emtia fiyatlarındaki artış Türkiye ekonomisine ve özellikle cari açığın seviyesine olumlu ve olumsuz yönde çift taraflı etki yapacaktır.

“* Henüz kritik eşiğe gelmemiş olsa da bütçe dengelerindeki bozulma eğiliminin devam etmesi, borç yönetimine sağladığı derin manevra kapasitesini ve kredi notuna destek sağlayan önemli bir tamponun gücünü giderek azaltmaktadır.

“* Büyük kamu projeleri için dövize endeksli olarak verilen gelir garantileri bütçe dengelerini bozabilecek önemli risk unsurudur.

“* Döviz rezervlerinin koruyucu gücündeki zayıflamanın sürmesi ve işsizliğin tüm ekonomik ve sosyal dengeleri tehdit edecek seviyelere gelmiş olması Türkiye ekonomisinin güncel ve önemli problemleridir.” (http://www.hurriyet.com.tr/jcr-de-kervana-katildi-40401393)

Bunların tümü gerçek mi?

Gerçek. Hem de bal gibi ya da zehir gibi gerçek!

 

Ne yaparlarsa yapsınlar boş! Halk İktidarı kurulacak!

AKP Hükümeti, Başkanlık sevdasıyla yanıp tutuşan Reis’lerini Başkan yaptırmak için ellerinden gelen-gelmeyen her şeyi yapıyorlar. Her şeyi veriyorlar. Yeter ki Başkanlığı garantileyelim, diye düşünüyorlar. “Tarihin en büyük istihdam seferberliği”ni başlatıyorlar. KOBİ’lere faizsiz, bilmem kaç yıl ödemesiz kredi adı altında avanta veriyorlar. Yerli yabancı Parababalarına ise ne isterlerse veriyorlar. Vermedikleri bir şey kalmadı. Sözde ekonomiyi güçlendirmek için yapıyorlar bunları.

İyi ama 15 yıldır, tam 15 yıldır iktidarda olan kim? Hangi parti?

15 yıldır yapamadıklarını şimdi, şu 3-4 ay içinde mi yapacak? Ekonomiyi 3-4 ay içinde mi düzeltecek?

Bütün bunlar halkı kandırmak için. Bir yandan din alıp satacaklar, halkı böylece Allah’la aldatacaklar, diğer yandan hülooğğ’cularını kendilerine iyice bağlayacaklar.

Hep söylediğimiz gibi, nereye kadar? Ne zamana kadar?

Bütün bu vurgunların, soygunların, zalimliklerin, kandırmacaların, aldatmacaların sonu gelecek. Uyanacak halkımız. Uyandıracağız mutlaka. Gözbağlarını kopartıp atmasını sağlayacağız. Ve kuracağız Demokratik Halk İktidarını. Üreten makineleri üreteceğiz. Son teknolojiyi kullanacağız. Ve o teknolojinin son sözüyle üretilmiş ürünlere halkımızın kolayca erişmesini sağlayacağız. Yapacağız bunu. Mutlaka yapacağız!